İslam ahlakı-3

Görevlerin Mahiyetleri (Esasları) ve Nevileri

5- Görev, yapılması dinen zorunlu olan veya tavsiye edilen herhangi bir hayır, bir kemal ve güzel bir şey demektir.
Bu tarife göre, görevler iki nevidir. Biri, dince zorunlu olan görevlerdir ki, bunları yapmamak herhalde azabı ve sorumluluğu gerektirir. Namaz, oruç, zekat gibi…
Diğer nevi, dinen her halde zorunlu olmamakla beraber istenen ve tavsiye edilen ahlakî birtakım görevlerdir ki, bunlara riayet edilmesi bir kemaldir ve iyi haldir. İnsanın sevaba kavuşmasına ve övülmesine sebeb olur. Yapılmaması ise, bir noksan olmakla beraber her halde bir sorguyu ve azabı gerektirmez. Nafile kılınan namazlar, fakirlere verilen sadakalar, insanlara karşı yapılan güzel ve kibar davranışlar gibi…

6- İnsanlara ait bütün görevler, İslam dininin çerçevesi içinde bulunmaktadır.
Bunlardan dinen mecburi olan görevleri ve yapılması zorunlu işleri, kitabımızın ibadetler kısmında yazmış bulunuyoruz. Bu ahlak kısmında ise, en ziyade ahlakî, ihtiyarî görevlerden bahsedeceğiz.

7- Görevler, diğer bir bakımdan başka bir bölüme tabi bulunmaktadır.
Şöyle ki: Görevleri, ya sırf Allah için veya insanın kendi şahsına ve ailesine karşı veyahut da cemiyete karşı yapılır. Bu bakımdan görevler, İlâhî şahsî, ailevî ve içtimaî (toplumsal) nevilerine ayrılır. [1]

Kaynaklar;
1) Ö. N. BİLMEN – Büyük İslam İlmihali s. 477 – Merve yay. – İST.

İslam ahlakı-2

Ahlâkın Önemi ve Arındırmaya Elverişli Olması

3- İslam dini, ahlaka pek büyük bir kıymet ve önem vermiştir.
Aslında İslam, bir ahlak ve fazilet, bir hikmet dinidir. Öyle ki, Peygamber Efendimiz buyurmuştur: “Ben, ancak mekâkim-i ahlakı (ahlakın iyi ve güzel olanlarını) tamamlamak için gönderildim.”

İslamda, insanların manevî kıymetleri, sahib oldukları ahlaka göredir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: “Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.”

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer bir hadis-i şerifde buyurmuştur: “Allahü Teala’ya kullarının en sevgilisi, ahlakça en güzel olanıdır.”

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dua buyururdu: “Allah’ım! Ben, senden sağlık, afiyet ve güzel ahlak dilerim.”

4- İnsanların ahlakı değişebilir.
Çirkin huyları güzel huylara çevirmek işine “Tehzib-i ahlâk” denir. Bu değiştirme her halde mümkündür. Mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz: “Ahlakınızı güzelleştirin” diye emretmezdi.

Nefisleri ile mücadele eden çok kimselerin başarıya ulaşarak çok güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Nefis terbiyesi (riyazet-alıştırma), hayvanlara, otlara, çiçekler ve hatta taşlara tesir edip dururken, insanlara tesir etmez mi?

“Huy canın altındadır. Can çıkmadıkça huy çıkmaz,” sözü, her yönü ile doğru değildir. Bazı huyları değiştirmek güçtür; fakat imkansız değildir. Tedavi sayesinde bazı hastalıklar tesirsiz hale geldiği gibi, terbiye ve mücahede sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa, tesirini gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner kalır. [1]

Kaynaklar;
1) Ö. N. BİLMEN – Büyük İslam İlmihali s. 476,477 – Merve yay. – İST.

İslam ahlakı-1

Ahlâkın Mahiyeti, Nevileri ve Ahlak İlminin Kısımları

1- Ahlak sözü, hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın ruhundaki “huy” dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir.
Böyle bir meleke, ya hayırlı bir semere verir veya hayırsız ve zararlı bir semere verir. Bu bakımdan ahlak özellikleri güzel ve çirkin diye ikiye ayrılır. Şöyle ki: Güzel huylara ve bunların güzel meyve ve neticelerine: “Ahlak-ı Hasene, Ahlak-ı Hamide, Mehasin-i Ahlak, Mekarim-i Ahlak (Güzel Huylar)” adı verilir. Aksine çirkin huylara ve bunların meyvelerine de: “Ahlak-ı Kabiha, Ahlak-ı Zemime, Mesavi-i Ahlak, Rezail-i Ahlak (Çirkin huylar)” denir.

Örnek: Edeb, tevazu, kerem, birer güzel huy eseridir. Sefahat, kibir, cimrilik de birer çirkin huy eseridir.

İşte bütün bu huylardan ve neticelerinden bahseden ilme “Ahlak İlmi” denilmektedir.

2- Ahlak ilmi, nezari ve ameli ahlak diye iki kısma ayrılır.
Nazari ahlak: Ahlak esaslarına ve kanunlarına ait görüşleri ve fikirler gösterir.
Ameli Ahlak: Ahlak ilgili görevlerin nelerden ibaret olduğunu bildirir.

İnsanlar, hayatlarındaki uygulama bakımından Nazari ahlaktan çok, Ameli ahlaka muhtaçtırlar. Biz de bu eserimizde bu ameli ahlak kısmını biraz anlatacağız. Yalnız şunu da belirtelim ki, filozofların birtakımı, ahlak esaslarını lezzete, zevke, maddi menfaate, kalbin duygularına veya görev ve kemal duygusuna dayandırmak istemişlerdir. Oysa ki, bunlardan hiç bir, ahlak için yeterli bir dayanak olamaz. Bunlara dayanan ahlak müesseseleri, insanların bu konudaki ihtiyaçlarını karşılayamaz. Ancak hak bir dine bağlanan ve dayanan, bu yönden bir mana taşıyan ahlak müessesesi, insanın manevi ihtiyaçlarını karşılar ve yükselmesine yeterli olur.
İşte, Allah’a hamd olsun, bizler İslam dini sayesinde böyle yüksek bir ahlak müessesesine sahip bulunmaktayız. [1]

Kaynaklar;
1) Ö. N. BİLMEN – Büyük İslam İlmihali s. 475,476 – Merve yay. – İST.

Bear Film Satışı ve Ahlak

İnsan iki boyutlu bir varlıktır.

1- Et kemik, kan, su… gibi görünen cismani yani maddi  yapı.
2- Duygu düşünce, bilgi, karar verme… gibi manevi yapı.

Kısaca beden ve ruh diyebiliriz bunlara. Her ikisi ayrı ayrı olsa da insanın varlığı bunları kaynaştırmıştır. Beden ve ruh sürekli iletişim içindedir.

Biri hastalandığı vakit diğeri de etkilenir. İnsanın bedeni hastalandığı zaman insan doktora gider, ilaç alır ve iyileşir.

Ruhsal yapıda hastalanabilir. Bununda kendine özgü tedavi yolları vardır. Bu yola ahlak denir. Ahlak ruhen ve bedenen Allah’ın yolunda, peygamberin yolundan gitmektir. Bedenen ve ruhen Allah’a ve yarattıklarına karşı yükümlü olduğumuz görevleri yapabilecek bir dereceye yükseltmektir.

Peygamberimiz; “Ben ancak ahlaki faziletleri tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur.

İnsan birey ve toplum olarak yaşar. Bu yaşantısında bir takım zorluklara, sıkıntılara, dertlere ve belalara uğrar.  Dünyayı kendisine zindan eder. Elbette bütün bunların bir sebebi vardır. En önemlisi de, insan yaşayış ve gidişini ahlaki prensiplere uydurmuyordur.

Geçici dünya hayatında ahlaksızlık yüzünden her çeşit belaya uğrayanlarla, Allah yolunda giden insanların hayatı öldükten sonrada devam edecektir. İnsan dünyada ne ekerse ahrette onu biçecektir…

Dolayısıyla insanlarımız, özellikle gençlerimiz kendilerine çok dikkat etmeli. Özellikle internet ve bilgisayar onlar için iyi bir rehber ve yol göstericidir. Doğru kullanıldığı vakit güzel ve faydalı bilgiler elde edilebilir.

Özellikle şu anda bizimde kullandığımız WordPress.com üzerinden sunulmakta olan bazı bloglar [Bear Film Satışı vb.] var. Bu bloglara çok dikkat etmeliyiz. Nefsimize ve şeytana uymayalım sevgili dostlar…

Siz nedersiniz?

Üç Aylar Sonrası

Üç aylar manevî ticaret bakımından çok bereketli, kazançlı ve sevaplı bir mevsimdir. Bu mevsimde yapacağımız mânevi” çalışmalar, iç âlemimizde bambaşka ufuklar açar. Ancak, bu aylarda kazanılan ruh disiplinini daha sonra da devam ettirmek gerekir. Çünkü bir sonraki üç aylara erişebileceğimiz hususunda elimizde bir senet yoktur.

Her yıl uğrayıp manevî hayatımızı nurlarla ışıklandıran üç ayları gerilerde bırakırken, Onun bizlere yaşattığı sonsuz hazları hiçbir zaman unutamayız. Kadir Gecesinde ışıl ışıl yanan caddelerde akan nur selini nasıl hatırlarımızdan çıkarabiliriz?

İftar sofralarının feyzi yıl boyunca burnumuzda tütmez mi? Sahurların bereketini unutabilir miyiz? O kudsî hatıraları elbette unutamayız. Özler, arar ve bekleriz.

Ama tabiî ki kuru bekleyiş ve özleyişle yetinmeyiz. Üç aylarda ve bilhassa Ramazan’da kazandığımız manevî disiplini yıl boyunca da devam ettirmeye çalışırız.

WordPress’deki bazı siteler ve nefsani arzular

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır.

Hadis-i şeriflerde, (Asıl kahraman, nefsini yenendir), (Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gereken olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir) buyuruldu.

Hz. Âişe validemiz, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurdu. (Edeb-üd-dünya)

WordPress’deki bazı siteler ve nefsani arzular

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır.

Hadis-i şeriflerde, (Asıl kahraman, nefsini yenendir), (Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gereken olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir) buyuruldu.

Hz. Âişe validemiz, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurdu. (Edeb-üd-dünya)

Çocuk ve oruç

cocukveoruc.jpg

Ramazan ayı geldiğinde evde sahura kal kıldığını, oruç tutulduğunu, yoksullara ve zor durumda olanlara yardım edildiğini, iftar için hazırlıklar yapıldığını gören çocuklar bu atmosferden etkilenir ve çoğunlukla büyükleriyle beraber oruç tutmak isterler. Peki, anne babalar onları oruç ibadetine nasıl alıştırmalıdır?

Yetişkinler öncelikle çocuklara oruç ibadetinin Allah’ın çok sevdiği bir kulluk görevi olduğunu, mükâfatının Allah tarafından verileceğini, bu ibadetin’ geçmişte diğer peygamberlere de emredildiğini, oruç tutmakla irademizin güçleneceğini, aç ve susuz- kalarak fakir insanların durumlarını da ha iyi anlayabileceğimizi anlatmalıdır. Ayrıca iftar, sahur, imsak gibi oruçla ilgili kavramları, oruçluyken dikkat edilmesi gerekenleri ve orucu bozan durumları da anlatmalıdırlar.

Ancak sadece yetişkinler için orucu bozan, çocukları ilgilendirmeyen konulardan bahsedilmemelidir.

Ergenlik çağına gelen çocuklar oruç tutmaya alıştırılmış olmalı ve yetişkinler gibi oruçlarını tutmalıdırlar. Henüz ergenlik çağına gelmemiş çocuklar ise sadece Allah rızası için yapılan bir ibadet olduğu konusun da bilinçlendirilerek oruç tutmaya alıştırılmalıdırlar. Başladıkları oruca devam etmeye güçleri yetmediğinde oruçlarını bozdurmalı ve sonraki günlerde daha uzun tutabilmeleri için destek olunmalıdır.

Aşırı şefkat göstererek daha küçüktür diye çocukların oruç tutmalarına ise engel olunmamalıdır. Beden gelişimlerine, sağlıklarına ve zihin faaliyetlerine uygun düşen zamanlarda Ramazan orucuna katılarak bu ibadeti denemelerine ve kendilerini ona alıştırmalarına izin verilmeli ve destek olunmalıdır. […]

İnfak; Sorumluluk mu, duyarlılık mı?

İnfak; “Allah ‘in hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara ayni ve nakdi yardımda bulunması” demektir. Bu bakımdan infak, zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir.

Şüphesiz insanın sahip olduğu servetin gerçek sahibi Allah’tır. O’nun emanet olarak verdiği bu servetten başkalarına vermek gerekir (Nur süresi 33).

Kur’an’da müttaki mü’minlerin özellikleri sayılırken bunlar arasında infakta zikredilmiştir (Bakara süresi 2-3). Öyle ki, takva ehli mümin sadece varlıklı olduğu anda değil yokluk içinde de olsa Allah için infak edecek bir şeyler bulur. “Onlar (takva sahipleri), bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak ederler…” ( Al-i İmran süresi 134) ayeti ifadelerimize tercüman olmaktadır.

Allah’ın lütfettiği nimetleri, her türlü şart altında toplumda bu nimetlere muhtaç insanlarla paylaşabilmek, gerçekten sadece takva ehli müminlerin özelliğidir.

Kur’an-ı Kerim’de, “Ey İman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah her bakımdan zengindir, övülmeye layıktır.” (Bakara süresi 267) ayeti, hem infakta takip edilecek metodu, hem de infak sorumluluğuna işaret etmektedir.

Müslüman, malvarlığından belirli bir kısmını muhtaç kimselere aktarmakla yükümlüdür. Bu itibarla ömrünü mal biriktirmeye adayan, kendinden başka hiçbir kimseyi düşünmeyen insanların hayatlarını Allah’ın istediği doğrultuda geçirdikleri söylenemez. […]

İçkinin zararları

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, “Ey îmân edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsûs dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer necistir. Onun için bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz” buyurmuştur.
Hadîs-i şerîflerde de içki şiddetle kötülenmiştir. İslâm büyükleri içkinin zararlarını şöyle sıralamışlardır:

1- İçki içen, bir nevî deli durumuna düşer. İnsanların gülüp, alay etmesine sebep olur. Aklı başındaki insanlar nazarında değeri kalmaz. İnsanın hayâ perdesini yıkar. Hadîs-i şerîfte, (İçki içenin hayâ perdesi yırtılır, şeytan ona yoldaş olur, her kötülüğe sevkeder ve her iyilikten alıkor) buyuruldu.

2- İçki, kişinin aklına da kesesine de zararlıdır. Paranın fuzûlî yere harcanmasına sebep olduğu gibi, aklının ve zekâsının zayıflamasına da sebep olur. Peygamber aleyhisselâm, “İçki malı telef eder, aklı giderir” buyurdu.

3- İçki, arkadaşlar, kardeşler ve dostlar arasında düşmanlığa sebep olur. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde şöyle buyurmaktadır:
“Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister.”

4- İçki, insanı, Allahı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkor. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Şeytan, içkide ve kumarda sizi Allahı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkor.”

5- İçki, şehveti kamçılar, dolayısıyla kişiyi zînâya götürür. Hadîs-i şerîfte, (İçki, zinâdan kötüdür) buyuruldu.
Ayrıca, içkili olan koca, farkına varmadan karısının kendisinden boş düşmesine sebep olabilecek söz söyliyebilir. Bundan sonra da karısıyla olan beraberliğinde zînâ yapma durumuna düşer.

6- İçki, her kötülüğün anahtarıdır. Çünkü, içki içilince her türlü günâhı işlemek kolaylaşır. Çünkü kişi aklını kaybettiği için harâmı, helâlı, yanlışı, doğruyu ayırt edemez. Hadîs-i şerîfte, (İçkiden sakının! Ağaç dal budak saldığı gibi, içki de, kötülük saçar) buyuruldu.

7- İçki içen kişi, meyhaneye girmek ve pis içki kokular bulundurmakla, daima yanımızda bulunan iyiliklerimizi kötülüklerimizi yazan hafaza meleklerine ezâ etmiş olur. Rahmet melekleri kendisinden uzak olur. Hadîs-i şerîfte, (Rahmet melekleri, sarhoştan uzak durur) buyuruldu.

8- İçki içen kişi, iyiliklere, duâya kendisini kapamış olur. Çünkü içki içen kişinin iyilikleri ve duâsı kabûl olmaz.Hattâ, kişi, içki içilen yerden bile uzak kalmalıdır. Hadîs-i şerifte, (Allaha ve âhırete inanan içki içmesin, içki içilen sofraya da oturmasın) buyuruldu.

9- İçki içen dâima korkulu durumdadır. Ölümü ânında onun o hâli îmânsız gitmesine sebep olur. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli olmaz. Hadîs-i şerîfte, (İçki ile îmân, bir arada bulunmaz, biri, diğerini uzaklaştırır) buyuruldu.

Bu zararlar, yalnız dünyadaki cezâlardır. Bir de âhıretteki cezâlar vardır. Onlar sayısız denecek kadar çoktur. Dünyadaki zararlar ile mukayese edilemiyecek kadar şiddetlidir. Ayrıca biri geçici diğeri sonsuzdur. Aklı başında bir insanın, bu dünyanın gelip geçici bir kaç zevkini âhıretin ebedî, sonsuz zevklerine tercih etmesi mümkün değildir.

Abdullah İbni Mes’ûd hazretleri buyurdu ki:
– Nedâmetlerin en büyüğü ve en zararlısı kıyâmet günündeki nedâmettir. Azıkların en hayırlısı takvâdır. İçki günâhların da’vetçisidir. Gençlik, deliliğin bir şûbesidir. Kaynak: – […]